Kaplumbağalar da Uçar & Afrika

Gülce
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce’m uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir davet
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce bir afet
Peri değil
Huri değil
Gülce beyaz sihir
Gülce ölümcül naz
Buram buram zehir
Yar yüzünde infaz
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz’dan
Deccal’dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum                                        1981-Ö.L. Mete

Üst üste izlenmiş iki savaş filmi, iki dram… Birincisi daha profesyonelce (İçimdeki Yangın), bu ise film gibi de değil hem, gerçek hayat, yetmezmiş gibi burnumuzun dibinde; Türkiye- Irak sınırında. Kendi ülkelerinde mülteci insanlar. Annesiz babasız, onun bunun tarlasından mayın toplayarak ekmek kazanan çocuklar…Kollları yok, bacakları yok kiminin, hem de uzak değil bir tel örgü mesafede… Gülümseyerek hatırladığım çocukluk anılarının hiç biri yok onlarda. Ve Satalite…ve Agrin. 15 yaşında ana babasının katillerinden doğurduğu kör bir çocuk, iki kolu olmayan bir ağabey. Savaşın orta yerinde… Saf bir aşk da işin içinde. Yaşanır mı anne katilinin çocuğuna bakarak, günahsız da olsa… Dahası onun yaşamasına izin verilir mi? Ağırdı neticede, ağlanmadan izlenmeyecek kadar ağırdı… Etkisi uzun sürüyor, ve bütün bunlar uzakta değil burnumuzun dibinde.

Şimdi ise Afrika… bilmem kaçbin çocuk ölmüş 5 yaşın altında… Nasıl da kolay yazıyorum “bilmem kaç bin çocuk”. Yapılacak şey çok da zor değil aslında, azıcık da olsa destek, o azıcıklar büyüyecek… Ramazan ayındayız, ülkemizdeki müslümanların, ki içinde ben de dahil en hassaslaştıkları ay… Zekat, hani islamın 5 şartından biri, ya da fitre, hani Ramazan bayramı gelmeden verilmesi gereken kişi başı miktarı bu sene için 7,5 TL olarak belirlenen miktar… Onu bunu geç… Müslüman olsan ne, olmasan ne? İnsan değil misin? Orda ölen de insan… Azıcık vicdan… Bir sürü kurum topluyor, güvenmezsen devletin Kızılay’ı da topluyor, Diyanet’i de… 1 paket sigara paran, ya da 2 kutu kolan? Starbucksında içtiğin bir fincan kahven talep edilen, Mc de yediğin menünün yarısı… Bilmem kaçıncı ayakkabının bilmem kaçta kaçı, güneşten yanmamak için sürdüğün kremlerin onda biri… Güneş… Onlar güneşin altında susuz… Dertleri tenlerinin yanıp yanmaması değil, kilometrelerce yolu su bulabilmek için yürüyorlar… Ben elimden geldiğince yardım ettim, yine de ederim, çevremdekileri de teşvik etmeye çalıştım, kimini ettim de… Bu son paragrafı neden mi yazdım? İşte buradaki mim nedeniyle yazdım… Ben de Banu’yu ve yazmak isteyen herkesi mimlemek istiyorum eğer müsade ederlerse…

About zehrasunay

1979 doğumlu, evli ve iki kız ve bir erkek çocuğu annesi, Niğde-Bor'da yaşayan bir bilgisayar öğretmeni.
Bu yazı Şiir, İzledikçe içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Siz de bir şeyler yazmaz mısınız?