Kitap Tanıtımı #19 Cam Irmağı Taş Gemi

Cam Irmağı Taş Gemi

Yazar: Nazan Bekiroğlu

Aynı yazarın okuduğum 5. eseri. Yine bitince hüzünlendiğim kitaplar arasındaki yerini aldı. Bu yazarla tanıştığımdan bu yana, Elif Şafak değil artık en sevdiğim yazar… Belki buna neden popularitesinin nispeten azlığı. Zira herkesçe beğenilen şeyler insana zamanla sıradan gelmeye başlıyor…

Kitap 5 bölümden oluşuyor. Elif’in Be’ye aşkı ile başlayan bölümden sonra diğer bölümler geliyor. Ve son bölümde ise, “İsim ile ateş arasında” isimli eserindeki karanlık karakter Nihade’nin 5. defteri önümüze seriliveriyor. Belki de bu Nihade için bir aklama girişimi kimbilir. Ama benim gönlümde bir türlü aklanamıyor Nihâde… Sözü fazla uzatmadan; sevdiğim, altını çizmeye kıyamadığım, zihnimden uçup gittiği gün belki,  dönüp de buradan  hatırlamaya çalışacağım satırlarla devam edeyim.

“Ve, Cam Irmağı-Taş Gemi koydum bu kitabın adını, bütün itirazlara kulaklarımı tıkayarak. Çünkü kimi taş gemi oldum cam ırmakların üzerinde yüzmeye kalkıştım; kimi cam ırmak oldum taş gemilerin bağrımda yüzmesine alıştım. Ama her halde de sadece cam ırmağın değil taş geminin de kırıldığına tanığım.”

“Her yan Be’ydi şimdi, her şey Be.

Be’ye bağlanınca Elif, Elifliğini bildi.

Her şeyi Be ile tefsir etti.

Dünya dediğin bir tefsir hikâyesi, yol verdi, geçsindi.”

“O kadar çok sevdi ki Elif, Be’yi. Kıyamete değin hiçbir kadının hiçbir erkeği böyle sevemeyeceğinden emindi.”

“Dört hikâye düştü içine.

Bir: Kül rengi küçük kuş ile beyaz mermer şehrin hikâyesi.

İki: Mavi gül dalının,

Üç: Camcı ile taşçının hikâyesi.

Dördüncü: Bir Be bulsa yolu açılacak olan Elif’in, bir sarmal olup da kendi üzerine kıvrılan hikâyesi. Yani aşkın kapkaranlık hikâyesi.”
“Aşkın karaladığını aklamanın, aşktan daha büyük olduğunu görebilseydi kül rengi küçük kuş, kısacık ömrü ne kadarsa onun sonuna kadar, ama bambaşka bir mecrada akıp gidecekti bu hikaye. Üstelik bir küçük kuşcağızın ömrüyle de sınırlanmayacaktı, taşlara yazılmış yazılar kadar uzun ömürlü olacaktı”

“Sitem, kavi bağları daha bir kavileştirmesiyle malum olsa da, zayıf bağları koparmasıyla da meşhurdu. Kavi olduğu varsayılabilirde belki koca bir şehrin küçücük bir kuşa duyduğu ve ondan fazlasıyla geri aldığı muhabbetin. Lakin taht meydanın ortasında kanayıp duran bir yara vardı.”

“Camın özü kumdu, kumunda özü taştı, üzerinden zaman, rüzgar ve su geçmişti sadece, o halde cam taştı.”

”Bir kırık olsun ,kalbinde yerim olsun.Sürgün etme,beni gönderme.Kaldır gözlerini,bir bak bana, ne haldeyim.Öfkelen, sitem et,bağır çağır ama böyle taş gibi durma, ne olursun.”

Ve belki de en hüzünlü bölümüydü kitabın;

“O kadar çok sevdi ki Elif, Be’yi.Elif kimi bu kadar sevebilirdi?

 Nasıl sevdiyse öyle sevildi zannetti.Ama nerden bilebilirdi ki?
Nerden bilsindi?

Sanki her şey susmuştu onları dinliyordu.Kulak kesilmişti kuşlar,ırmak ve bulut.Soluğunu tuttu Elif,Be’nin sesini duydu.

Be ona aşkı anlatıyordu.Dikkat etti Elif.

Be’nin kendi sözcükleri yoktu.Ona aşkı,Elif’in sözcükleriyle anlatıyordu.

Bir şey olmuştu ama kendine ne olduğunu anlayamadı Elif önce.
Bu olanla da uyum içinde geçinilir zannetti.

Can evinden vurulmuştu oysa yara sıcaktı,henüz duymuyordu.
Halinin kelimesini bulamadı,ancak kelimelerle yetindi.

Bir büyük boşlukta çığlık kopmuş gibi.Çığlığı atan görünürde yokmuş da,ses hala çınlıyarak devam ediyormuş gibi.

Bir uçurumdan düşerken kolundan yakalayan el uçurumun kendisine dönüşmüş gibi.

Bir uçurumdan düşmüş öylece hareketsiz kalmış gibi.

Dünya aniden bitmiş,bundan sonrası ölüm gibi.

Ölmedi.Bundan sonrasını da yaşadı.

Bundan sonrası?

Taşıdı.Taşıdıkça ağırlaştı.

Olan olmuştu bir bunu anladı da olanı içine nasıl sığdıracak,nasıl hazmedip sindirecek Elif bunu anlamadı.Bir daha toplanması mümkün olmayan bir kırılışla kırıldı.

Üzerinden tekinsiz bir rüzgar geçmişlere mahsus ürpertiyle kaçtı odalara günlerce.

Kimselere görünmek istemedi,kimseleri görmedi.Yüzlerce düşüncede battı.Kendi içine çevirdi gözlerini.Bütün gidişler eninde sonunda aynı kapıya çıktı.

Aşkın belası ,aşkla hesaplaşmaya kalkması,bir aşkta aşkın yorumunu yapması.Olanın bitenin ne olduğunu anlamak isteği.Elif’in en büyük girdabı oldu.

Keşke bitenin neye bittiğini anlasaydı.Ölü bir balık gibi böyle denize vurup durmasaydı.

Allah’ım dedi.

Kalp bilgimi arttır.Ki olup biteni daha iyi anlayayım.Anlarsam dayanırım.
Ne kalp bilgisi arttı,ne olup biteni anladı.Çözdükçe düğümlendi.Anlamaya çalıştıkça boğuldu.

Aşkıyla yüzleşip de sağ salim çıkamayınca bu kez aşkın kavram olarak kusurlu olduğuna karar verdi.Yaratılşından mücrimdi aşk duygusu.Netice de aşkı aşkı yalanlamaktan başka varlık hükmü kalmıyordu.

Ama aşk yalanlanınca da geriye bir tek karanlık kalıyordu.Oysa karanlığa tahammülü yoktu Elif’in .

Ama dayanmak mümkün değildi.

Peki zaman her acının ilacı değil miydi?

Gözden ırak olan gönülden ırak olmuyormuydu?

Aşk bile olsa herşey en sonunda bitmiyor muydu?

Bitmiyordu.

Bir adım sonrası ölüm
Ölünmüyordu.Sürünüp gidiyordu.

Bir daha Be katılsa öfkesine sular gibi durulacaktı biliyordu.

Her şey eskisi gibi olabilirdi belki.Küçük bir kapıyı açık bıraktı.

olmadı.O da kendiliğinden kapandı.
Değmezmiş diyebilseydi.

Allah’ım değmeyenle oyalama beni.
Öyle bir oyalandı ki değip değmediğini bile bilmediğinde, dönerim zannetti de bir adım geriye dönemedi.

Ne kadar abesti aşkın yüzü.

Dahası ne çok yüzü vardı.Aşkın bir yüzü,aşkın iki yüzü,Aşkın yüzsüzlüğü.
Vefa,ihanet,ahd.Hepsi birbirine karışıyordu.

Uğrunda ahidler bozulan,ahde vefasızlık ediyordu.

Allah’ım dedi
Ne olur yanılma olmasaydı.

Ne büyüktü vaad ve toprak ne kadar küçükmüş.

Gördü.Görmek an meselesi değil ama.Zaman meselesi şimdi.
Gördüğünün aslında kendi görme kabiliyetinden daha fazlası olmadığını,okyanusun kıyısında,gelgitler arasında neden sonra fark etti.Yani bu Be ne kadar olsa da Elif’in gördüğü kadardı.
Bir Elif’i çekemeyen Be…

Öyle ağırdı ki üzerine yıkılan mana,artık hallerini bilindik kelimelerle ifade edemedi Elif.Bir acı ki artık hallerini bilindik kelimelerle ifade edemedi Elif.Bir acı ki kelamda bu halin karşılığı yok acıdan başka.
Bundan sonra derin denizlerin yalnızlığı olsundu.
Hesapları bu dünyaya sığmadı,çözümünü bir başka dünyaya bıraktı.

Üzüntüsünün artık Be’ye dair bile olmadığını fark etti.

Kederi yön değiştirdi.

Gel zamanı çıktı,neredeyse denizin ortasında kalmış kumsal evinden.Ayak bilekleri ıslandı.

Karanlık kentin kapısına dayandı,geçtiği uzun ve meşakkatli bir yoldu.Gecenin otobüsleri güçlü yolcularıyla uzaklaşırken tehlikeli mesafelere,onun kara,kapkara giysileri bıraktığı yerde duruyordu.Önce portakal çiçeklerinden yapılma tacını çıkardı başından,son bir kaç deniz kabuğunun üzerine çözdü saçlarının örgülerini.Sonra beyaz giysilerini sıyırdı ,döküverdi ayaklarının dibine.Sol ayak bileğinden yasemen bileziğini çözdü…

Cübbesini usulca geçirdi sırtına,sonra başlığını çekti taa gözlerinin üzerine indirdi.Demir kapıdan geçip içeri girdi.Kimse yadırgamadı varlığını.Sanki herkes onun bir gün döneceğini biliyordu.Sanki hiç gitmemişti.Kente doğru ilk adımını atarken ,hiç olmazsa karanlık samimi,diye mırıldandı,hiç olmazsa tek rengi vardı onun…..”“O kadar çok sevdi ki Elif, Be’yi.Elif kimi bu kadar sevebilirdi?

“Yaşanma ihtimali sonsuz kere tıkanmış ama bir kez söze dökülünce de önü tümden açılmış bir akışa kendilerini bıraktıklarında, düşünmek gibi bahsetmek de suç olmaktan çıktı. Her ikisinin de anlattıkları, ancak yaşamadıkları kadar çoktu. Yaşanan, yaşanmamışlığının tanığını yekdiğerinde bulunca baş başa vermiş iki suretten biri diğerine aşkın kelimesini sordu; diğeri gülümsedi ve ona aşkın, bu dünyadan olmayan bir zamanda, bütün ruhların toplandığı mekânda, ruhun, sözleştiği ve seviştiği tanışını bu dünyada hatırlaması olduğunu anlattı. Ama, dedi biri, hesapta ruhun, tanışını bu dünyada hiç bulamaması, ona rastlayamaması var. Diğeri, buldum zannedip de yanılmak var, diye ekledi. Bulup da tanıyamamak var, dedi biri. Ve ki bulup da onun tarafından hatırlanmamak var, diye tamamladı diğeri.   “

About zehrasunay

1979 doğumlu, evli ve iki kız ve bir erkek çocuğu annesi, Niğde-Bor'da yaşayan bir bilgisayar öğretmeni.
Bu yazı Okudukça içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

2 Responses to Kitap Tanıtımı #19 Cam Irmağı Taş Gemi

  1. ibrahim dedi ki:

    Elif Şafak’ı ben de severim ama dediğiniz gibi popülarite araya mesafe sokmama sebep oluyor. Nazan Hanım daha özel daha mahremdi. Taaki Nar Ağacı’na kadar. Şimdi Nazan Hanım’ı da bilmeyen kalmadı. Ama yine de özel. Hele İsimle Ateş Arasında.

  2. cafer erdemir dedi ki:

    Hocam, önce Nihade’nin 5. defterini sonra da kitap hakkında yazdıklarınızı okudum. İlk kitapta, üflediği Ney ile kendini savunmaya çaışan III.Selim ile Nur ve Annesi çok yakmıştı canımı. Bu kitapta Nihade çok etkiledi beni. Yazıcısı Nihade’yi aklamayı başardı belki de bilemiyorum. İlk kitabı okurken nedendir bilmiyorum, Nihade’yi Nazan Hanım’a benzetmiştim. Bu kitaptada da Nihade, aslında kendisinin yazıcısından çok farklı olmadığını söylüyor. İlginç geldi bu da bana:)
    Teşekkür ederim tavsiyeniz için.

Siz de bir şeyler yazmaz mısınız?