Kitap Tanıtımı #86 Martin Eden

martinedenMartin Eden

Yazar: Jack London

Martin Eden, Jack London’un 1909 yılında yazdığı klasikleşmiş bir roman. Ben İthaki Yayıları’ndan Jülide Kayaş çevirisiyle okudum. Toplamda 470 sayfa olan kitap Jack London’un kendi hayat hikayesinden izler taşıdığından dolayı yarıotobiyografik roman olarak da adlandırılmakta. Uzun zamandır Dünya klasiği okumamış olduğum için harika ve biraz da gecikmiş bir okuma serüveni oldu benim için.

Romanın baş karakteri Martin parası bittikçe çalışan fakir, kaba, cahil ve serseri bir gemi işçisidir. Bir gün Arthur isminde bir soylu genci kavgadan kurtarır ve evlerine yemeğe davet edilir. Orada gördüğü Ruth karakterine aşık olur ve onun uğruna kendisini geliştirmeyi kafaya koyar.  Bol bol kitap okur, hatta uykunun kendi vaktinden çaldığına inanarak günlük 4 saat ile yetinir. Ruth’tan ve halk kütüphanesinden kitaplar alır.

Ruth da kabullenemese de bu kaba işçiyi çekici bulur ve aşık olur derken onu kendi sosyal sınıflarındaki kabul gören erkekler seviyesine çıkarmak için eğitmeye karar verir. Fakat Martin işsizdir, iş bulmak için her hangi bir girişimde de bulunmaz. Akrabaları ve çevresindeki insanlar tarafından aylaklıkla suçlanır. Fakat o yazmaya kafayı takmıştır. Hayallerinde hep büyük bir yazar olmak ve aşık olduğu kızın içinde bulunduğu sınıfa atlamak vardır.

Bırakın aylaklığı onun temposunda çalışan(okuyan/yazan) insan az bulunur. Yazdığı makaleleri dergilere postalar. Defalarca reddedilir. Parasızlıktan tek elbisesini rehineye verir, bisikletini de… Derken ufak tefek kabuller alır, sadece rehinecideki eşyalarını kurtaracak ve bir kaç öğünlük meblağlarda çekler alır. Umutlanır… Yazar…. Okur…. Postalar… Reddedilir… Parasız kalır… Yazmaya devam eder yılmadan. Bu bölümler beni biraz sıktı açıkçası, kabul eden dergi isimleri, etmeyen dergi isimleri, editör isimleri, kabul edilen yazılar için ödenen tutar miktarları vs. ayrıntılar kitap ortalarında boğdu.

Bir de ev-iş-çocuklar derken  ruhen yoğun ve yorgun bir dönemde okudum sanırım. Belki bu yüzden Martin’in çamaşırcı arkadaşı Joe gibi hissettim. Diyordu ki Joe; “Öyle çok çalışıyorum ki Martin, keşke hastalanıp hastanede yatsam ve dinlensem. Bir kez tifüs nedeniyle bir hafta yatmıştım, müthişti. ” Cümle tam olarak bu şekilde olmayabilir ama verilen his buydu. 🙂

Derken bir gün yazıları ve kitap olarak basılmak üzere gönderdiği metin kabul edilir. Amerika’da üne kavuşur, zengin olur, eserleri dünya dillerine çevrilir. Eskiden onu küçümseyen insanlar yemeğe davet etmek için birbirleri ile yarışa girer. Fakat hayal ettiği yaşam standartlarına ulaşan Martin, hayran olduğu o üst sınıftaki insanları,  eskiden gördüğü kadar bilgili, değerli, saygın görmediğini farkeder. Kendisini işsiz olmasını da bahane ederek terkeden aşkı Ruth’un ona geri dönmesi bile kılını kıpırdatmaz. Derin bir mutsuzluğun içerisindedir.

Kafasında yankılanıp duran cümle; “İş bitmişti”dir. Çünkü yakın arkadaşı Brissenden’in intiharı sonrası, ilk kitabının yayınlanmasıyla birlikte yazmayı ve okumayı bırakmıştır. Şimdi kendisini üstün gören o insanlar;  madem yazdıklarına değer vermekteydiler, o yapıtları aylar önce yazmasına rağmen ve hatta bir kısım kişilerin okumuş olmalarına rağmen, bir kap yemeğe muhtaç olduğu günlerde yüzüne bakmazlar da o yazılar para ettikten sonra değer vermektedirler… (Bu paragraf biraz karışık olabilir fakat gerçekten yazarın okura hissettiklerini birebir yansıtması harikaydı.)

“Yeni bir cennet bulamadım ve artık eskisini de bulamıyorum.” Cümlesi ile öyle bir noktaya geldiğini, tüm hayallerini gerçekleştirmiş olmasına rağmen aradığı cenneti bulamadığını ifade eder. Fakat eski mutlu bilgisizliğine de dönüşünün mümkün olmadığını anlatmaktadır. Jack London da kendi hayatında aynı şeyi hissetmiş maalesef…

Kitap Martin’in sosyalist olmaması ve bireyselliği savunması neticesinde intihara sürüklendiğini aktarıyor bize. Çünkü tüm hayalleri bireyselci idi. Ve hayalleri gerçekleşip tükendiğinde içinde hissettiği boşluk korkunçtu. Bu arada yazar Martin karakterine öyle bağlı kalmış ki, 33 yaşında bu kitabı yazmış ve 40 yaşında  kendisi de intihar etmiş.

jack_london

Kitapta hoşuma giden bir bölüm, Martin’in aşık olduğu kadını ilahlaştırmasının ardından onun da kendisi gibi bir insan olduğunun ayırdımına vardığı an;

“Daha sonra Rruth, Prenses’ten bölümler okurken kızın dudaklarındaki kiraz lekesi  Martin’in gözüne çarptı. Bir an için Ruth’un tanrısallığı paramparça oldu. O da topraktan yapılmıştı. Toprağın yasaları, herkes için olduğu gibi onun için de geçerliydi. Dudakları kendisininki gibi ettendi. Kirazlar, tıpkı kendi dudaklarını boyadıkları gibi, onun dudaklarını da boyuyorlardı. Bir kadındı o, tıpkı ötekiler gibi bir kadın. Bütün bunlar birdenbire oldu ve onu sersemletti. sanki güneşin gökyüzünden düştüğünü ya da tapılan bir tanrısallığın kirlendiğini görmüştü.”

Bir de kitabın sonundaki intihar anı öyle güzel ifade edilmiş ki, okurken Martin’in o anki hisleri beni çok etkiledi. Şu cümleler ile sonlanıyordu;

Elleriyle ayakları hırslı, zayıf çırpınışlarla suyu çalkalayıp dövüyordu ama Martin onları da, onların böyle çırpınmasına neden olan yaşama iradesini de oyuna getirmişti. Artık çok derindeydi. Bu eller ve ayaklar onu asla suyun yüzüne çıkarmayı başaramazlardı. Martin bir hayaller denizinde mecalsiz sürükleniyor gibiydi. Her yanını saran renkler ve ışıklar, bedenini kaplamış tüm hücrelerine işlemişti. Bu da neydi? Bir deniz fenerine benziyordu ama zihnindeydi bu fener. Parlak beyaz ışığı giderek yanıp sönüyordu. Derken bir gümbürtü koptu. Uçsuz bucaksız bir merdivenden düşüyormuş gibi geldi Martin’e. Aşağıda bir yerde karanlığa yuvarlandı. Bu kadarını algılayabildi. Karanlığın içine düşmüştü. Ve bunu algıladığı an, algısı durdu.”  

İşte bu cümleleri okuyup kitabın kapağını hüzünle kapattıktan sonra Instagram’da Jeremy  Miranda isimli sanatçının bir resmine denk geldim. Sondaki merdivenden denizin dibinde merdivenden düşer gibi hissetmesi anını ne kadar da çağrıştırıyordu… Sizce de öyle değil mi?

miranda-1

Kitaptan hoşuma giden bir kaç cümle ise şöyle;

“Dünyanın tüm hazlarının tadını çıkarma özgürlüğünü veren, paradır.”

“Ben, benim ve kendi beğenilerimi insanların bağlaşık yargılarına tabi kılmayacağım. İnsanların çoğunluğu bir şeyden hoşlanıyor ya da hoşlandığına inandırılıyor diye, benim de o şeyden hoşlanıyor taklidi yapmam için dünyada hiçbir neden yok.”

“Açlık çekerken, düşünceleri sık sık dünyada açlık çektiğini bildiği binlerce kişi üzerinde duruyordu, ama şimdi karnı doymuşken beyni artık açlık çeken bu kişilerin düşüncesiyle dolu değildi.”

“Gözlerinde gördüğü ışıltı ve sevginin, aslında onun kendi gözlerinde gördüğü şeyle arttığını bilemezdi.”

“Beni ben olduğum için istemiyorlar, çünkü ben, hâlâ istemedikleri eski benim.”

“Yaşama sevgi beslemeyen varlık, yok olma yoluna girmiş demektir.”

“Ölüm acı vermez; acı veren şey, yaşamdır.”

“Yaşam acı veren bir yorgunluk haline gelince, ölüm sonsuz uykunun sakinliğine götürmek için hazırdır.”

About zehrasunay

1979 doğumlu, evli ve iki kız ve bir erkek çocuğu annesi, Niğde-Bor'da yaşayan bir bilgisayar öğretmeni.
Bu yazı Okudukça içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1 Responses to Kitap Tanıtımı #86 Martin Eden

  1. thesunrise133 dedi ki:

    Üzülme , üzülürüm….
    Diyebilen biri olmalı
    Hayatımızda…..
    İster arkadaş
    İster dost
    İster eş
    İster sevgili
    Ama biri olmalı varlıgını
    Daima bildiğin

    Kendini güvende hissettiğin….

Siz de bir şeyler yazmaz mısınız?